SİHİR’DEN KORUNMA VE RUKYE İLE TEDAVİ
Nebi’nin Beraberinde de Bir Karîn Var mıydı?
Nebi (sallallahu aleyhi ve selem) de dahil her insanın beraberinde bir karîn olduğu sabittir. Bunun iki istisnası İsa ve annesi Meryem’dir (aleyhimesselam).
Bir hadiste Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) “Ancak Allah ona karşı bana yardım etti ve o bana boyun eğdi” derken bir diğerinde de “O bana sadece hayır emreder” demekte. Enes ibn Malik’ten rivayet edilen hadiste de Cibril’in (aleyhisselam) o henüz bir çocukken Nebi’nin kalbini yarıp içinden bir kan pıhtısı çıkardığı ve “İşte bu şeytanın sendeki payıdır” dediği geçer.
Dolayısıyla şeytanın Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) üzerinde ne ona vesvese verme ne de onun ruhuyla karışıp onu kontrol edebilme gibi bir gücü vardır.
Nitekim iman ehli üzerinde de onun mutlak bir otoritesi yoktur. Sadece onlara vesvese verir, aralarını bozar, unutturur, çok yeme ve içme gibi yollarla onları itaatte tembelliğe sevk eder.
Ruhların Birbirleri Üzerindeki Etkisi
Burada değinmek istediğimiz noktalardan birisi de gerek temiz gerek pis ruhların birbirleri üzerindeki etkisidir.
Ne akıl sahipleri, ne doktorlar ne de felsefeciler bu gerçeği inkar etmişlerdir. İlim ehli ruhun başka ruhlar üzerinde, nasıl olduğunu sadece Allah’ın bilebileceği çeşitli yollarla etkisi olduğuna inanır.
Büyü olayında Nebi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) başına gelen de bundan ibarettir.
Gerek cin gerek insan olsun bazı ruhların yaratılıştan var olmayan ama sonradan kazanılabilen bir güce sahip olduğunu hiç kimse inkar etmemektedir. Hayır ehli olanlar ruhlarını imanla ve salih amelle güçlendirirlerken, şer ehli onu şerle güçlendirirler.
Büyücüler mükaşefe ve riyazet ehlidirler. Bunlar için ayinler düzenlerler. Öyle ki, sonunda hayır nihai olarak kalplerinden çıkarılır. Eğer böyle olmasa ne büyücü ne de hasetçi olurlardı.
Rukye ehli nasıl birbirlerinden farklılık gösteriyorsa, hasetçiler ve büyücüler de şerre yönelik riyazetlerinin gücü nispetince farklılık gösterirler.
Şeytan, ruhu haset konusunda eğitir ve sonunda o ruh hasette etkili olur. Yoksa Allah hiçbir ruhu hasetçi ve büyücü olarak yaratmamıştır. Aksine o ruhları hanif fıtrat üzere yaratır. Sonra o ruhların her biri kendi yolunda eğitimini alır.
Hayır üzere olan ruhlar hayır ehliyle anlaşıp bir araya geldikleri gibi, pis ruha sahip şer ehliyle zıtlık oluştururlar. Bu yüzden ilim ehli rukye silahının ancak hem rukyeyi yapan ve hem de rukye yapılan tarafındaki engeller kalktığı taktirde etki edeceğini belirtirler. Şeytanla büyücünün ya da hasetçinin durumu da böyledir. Aralarında bir engel olduğu taktirde işleri bozulur.
Bu şu anlama gelir: Eğer kendisine rukye yapılan tarafında bir engel varsa rukye yapanın etkisi asgari derecede kalır. Çünkü etki tek taraftan gelmektedir.
Aynı şekilde şeytanın ya da insanın nazarı yahut büyücünün büyüsü de tek yönden, kendi yönünden gelmektedir.
Şeytani ruhların gücü insani ruhların gücünden fazladır. Bunun nedeni şeytanda hiçbir hayrın bulunmayışıdır. İnsan ise böyle değildir. Onlarda sevgi, merhamet, güzel davranışlar bulunur. İnsanlar kendilerinde bulunan imanın ve hayrın miktarı bakımından farklılık gösterirler. Şeytanın onlardan payı ise işte bu hayrın nispetince değişiklik gösterir. İnsan Allah’a sıdkla yöneldiğinde şeytanın kendisinden elde ettiği payın çoğu ortadan kalkar.
Temelde büyü de haset de aynı tür şeylerdir; aynı öfkeyi ve aynı kini taşıyan ruhtan çıkarlar. Aralarındaki tek fark büyünün açıkça şeytanla işbirliği içinde yapılması, hasedin ise yine şeytan yoluyla gerçekleşmesiyle birlikte, haset edenin çoğu kez bunun farkında olmamasıdır. Haset eden kimse bilmeden onları razı edecek şeyi yaparak, onları kendine yardım etmeye sevk eder.
Dolayısıyla, hasetçi ve büyücü pis ruhların keyfiyetinde ortaktırlar ve bu keyfiyet fıtratla gelmez ama çabayla kazanılır.
Hasetçinin bu hali bazen küçük bir yaşta iken başlar. Şeytan onun kalbinde kin ve haset oluşması işini üstlenir. Sonunda o kendini bu işte uzmanlaşmış bulur. Ama çoğu hasetçiler büyük bir olay meydana gelene kadar, başkaları üzerinde böyle bir etkilerinin olduğunun farkında olmazlar.
Bazen bir ailenin bu habis özelliği nesilden nesile taşıdığı görülür. Bunun sebebi ise İslam terbiyesinden ve Müslümanların yaşadıkları ortamlardan uzak olmaktır.
Temelde insanoğlunun kalbi tüm kötülüklerden arıdır ve bu kalbin sahibi şeytanın onaylayacağı şeylere meyledene kadar da öyle kalır. Bu meyil oluştuktan sonra, artık zaman içerisinde bu yönde eğitimini alır.
Büyücüye gelince, o şeytanın kapısını kendi rızasıyla çalar ve kendi rızasıyla ona kul olmak istediğini belirtir.
O ise başlangıçta onu hemen kabul etmez. Önce onun gerçekten bunu istediğinden emin olmak ister. Bu yüzden de şeytanlarla açıkça ve rahatça karşı karşıya gelebilmesi için onu riyazetle yükümlü tutar ve ağır, bağlayıcı sözler alır. Alacağı şeylerin karşılığında ödeyeceği bedel ise bizzat kendi ruhudur. Bunun dışında çoğu kez evlatlarının ve yakınlarının ruhlarını da şeytana kurban eder ve çocukları yaşamaz.
Sihir öğrenme riyazetleri (alıştırmaları) gerçekte kalpte olan fıtratın harabından ve çekip alınmasından ibarettir.
Büyücülerin ve hasetçilerin içinde bulundukları durum bir tür amansız hastalıktır. Tedavisi imkansız gibidir. Bu hastalığı ancak içten bir arzu ve uzun seneler boyunca çekilen çileler, mücadeleler tedavi edebilir. Ancak bu şekilde kötülük kalpten dağılmaya başlar.
Bunun en büyük ilacı ilim öğrenmek, özellikle tevhid ilmini ve imanın kısımlarını öğrenmektir. Kadere iman konusu ise bunlar arasında özel bir yer tutar. Ayrıca çok salih amel işlemek ve nefsi şer’î yöntemlerle batıldan alıkoymak gerekir.
Büyücülerin ve hasetçilerin yaptığı şey aslında Allah’ın paylaştırmasına, kazasına ve hikmetine başkaldırıdır. Onlar eğer Allah’ın takdirlerine razı olsalardı en mutlu insanlar olurlardı. Ama ne yazık ki, şeytan onları korkaklık, düşmanlık, kin ve haset barındıran bu yolla zehirlerini saçmaya sevk etmektedir.
Nazar bazen salih kimselerden, herhangi bir eziyet kastı olmaksızın meydana gelebilir.
Şeytan bu şekilde, kulun kalbindeki en küçük bir kaymayı kullanarak onu acıya ve sıkıntıya dönüştürmeye çalışır. Bu nedenle her müminin, kalbine düşen her mahzurlu şeye karşı kendisini savunması ve hiçbir vesveseye icabet etmemesi gerekir. Kimi insanlar vesveselere icabet ederek kendilerini onlara teslim ederler. Bu büyük bir hatadır. Çünkü kalbe gelip giden bu şeyler temelde şeytandandır ve onlara kulak asmayıp bir şekilde bertaraf etmek gerekir.
Kısacası, büyücüler ve hasetçiler kalpleri hasta varlıklardır ve onlara ne rukye ne de başka şey fayda eder. Ta ki, onlar sadık biçimde tevbe edene kadar. Onlar Allaha yöneldikleri, sabrettikleri, üzerlerine geçen hakları iade ettikleri ve tarafından bağışlanmadıkları kişilere dua ettikleri takdirde, Allah’ın rahmetine ve affına yine onun izniyle kavuşabilirler.
Törensel Tedavi Yöntemleri
Büyücülerin ayinleriyle aynı yönteme dayanan bu tür tedaviler caiz değildir. Demir ya da baltanın kızdırılıp buhar yapılarak büyü bozmaya çalışmak, cine boyun eğdirmek için bir takım cin isimlerini saymak gibi. Bu ve benzeri yöntemler ilk anda fayda verebilir ama bu bir hileden ibarettir ve en kısa zamanda hasta yine eski haline döner.
Büyücüler kullandıkları rakamları ve miktarları rastgele kullanılmazlar. Aksine bunları şeytanlar belirler. Ne kadar bakır, kurşun, demir, cıva, buhur ve bitki kullanacaklarını ince ayarlarla şeytanlar belirler.
Bazen azimetler ve tılsımlar kullanırlar, bazen kullanmazlar. Cinin isteğe cevap vermesi için bir takım semboller yeterlidir. Bu belirli bir bitki olabilir, belirli bir gün ya da gece, gündüz, ayın başı ya da sonu gibi belirli bir vakit olabilir. Bazen –gelinin evden çıkma vakti gibi- belirli bir an yahut bir hayvanın ya da insanın üzerinden alınmış bir eser olabilir.
Bunları belirtmedeki amacımız, büyücülerin sembollere, tılsımlara dayalı bu tür tutumları olduğu ve tedavide benzer tutumlardan kaçınılması gerektiğidir. Yoksa onların kullandıkları bir takım mübah bitkileri ve malzemeleri kullanmakta bir mahzur yoktur.
Tedavide demirin kullanılması aslında faydalıdır ve temelde bunda bir mahzur yoktur. Demiri kullanmanın çeşitli yolları vardır. Şu var ki, kullanıma uygun olması için demiri hazırlamak çok vakit alır.
Rukye ve Tıbbi Tedavi
Tedavi ruhsal tedavi ve mübah ilaçlarla tedavi olmak üzere iki türdür. İlaçla tedavinin dinen mübah olduğu sünnetle sabittir. Bu nedenle her hastalık için rukye gerekir denemez. Nitekim Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) hacamatla, balla, zemzemle ve başka şeylerle tedaviyi tavsiye etmiştir.
Nazar, cin çarpması ve büyü sonucu oluşan rahatsızlıklar rukyeyle tedavi edilir. Ama en güzeli rukye ile mübah ilaçları bir arada kullanmaktır. Bunu yapmak tedavi için en ideal yoldur.
İlaç kullanmanın tek kuralı bu ilaçların haram olmayan maddeler olmasıdır.
Rukye uygulamasında kural ise içeriğinde şirke düşürecek bir şey bulunmaması, küfür, lanet ve saldırı gibi haram bir şeyi kapsamamasıdır.
Alimler rukyenin kurallarını şöyle sıralamışlardır:
1- Kuran ve Sünnet’e dayalı dualarla, Allah’ın isimleriyle ve sıfatlarıyla olması.
2- Arapça ya da başka bir dilde, anlaşılır ifadelerle olması.
3- Rukye yapanın ve kendisine rukye yapılanın, rukyenin etkisinin bizzat kendinden kaynaklanmadığını, bilakis bu etkinin Allah’tan olduğunu bilmesi.
Karın Bölgesine Ya da Vücudun Başka Bir Yerine Elin Konulmasından Duyulan Rahatsızlık
Bundan duyulan sıkıntı ve rahatsızlık çoğunlukla hastada büyü olduğunu ve bu bölgenin de büyünün toplandığı bölge olduğunu gösterir. Burada bazen cildin altında düğümlenme fark edilir.
Aynı biçimde cinin yerleştiği bölgeye el konulmasından hasta rahatsız olur.
Namaz kılarken ayaklarda olan titreme ve kalpte olan çarpıntı şeytandandır. Göğsün alt kısmından ve göğüsten gelen ağlama şeytandandır. Bu durumda kişinin bu hissi def etmeye çalışması gerekir.
Namazdan önce sığınma dualarını çok okumak, ele üfleyip göğsü mesh etmek, namaza erkenden hazırlanmak bu gibi durumları ortadan kaldırabilir.
İbnu’l-Kayyım’ın Zadu’l-Mead’da aktardığı sığınma duaları gibi duaların tekrar tekrar okunmaları ve vücudun bunlarla mesh edilmesi nazar belirtilerini, özellikle de namazda ortaya çıkan rahatsızlıkları giderir.
İbadet esnasındaki gerçek huşu ve gerçek ağlamanın kaynağı kalptir. Tüm organlar bu huşuya tabi olurlar ve bu ruhu yüceltir, etkisi ibadetten sonra da devam eder.
Göğüsten gelen tüm hisler şeytandandır. Özellikle de isteksizlik, içinde şüphe olan bir şeye ya da bir harama davet olan şeyler, bakılmaması gereken şeye bakma isteği… Bunların tümü şeytandandır ve bunlara cevap vermemek gerekir.
Şeytanın hilelerinden birisi de bazı iyi özelliklere sahip kardeşlerdeki şikayetlenme ve söylenme alışkanlığıdır. Allah cümlemizi bundan korusun. Şeytan bununla sizin yaptıklarınızı boşa çıkarmak ve size eziyet etmek ister.
Yine haset, ayrılık, hakkı gizleme gibi durumlar ortaya çıkmaya başladığında kötü sonu beklemek gerekir.
Hastanın Tedaviden Kaçınması
Hastalar genellikle güçlü bir etken olduğu zaman tedaviden kaçınırlar. Bu olay çoğunlukla hastanın iradesi dışında olmaz. Şeytan ne kadar güçlü olursa olsun hastaya her konuda etki edemez. Bu durum kişiden kişiye değişir. Hasta bir konuda azmettiği takdirde ise şeytan ona güç yetiremez. Onu bir kez bir şeyden alıkoyabilse bile, her seferinde bunu yapamaz. Bundan dolayı, hastanın tedaviye olan inancı ve kanaati önemlidir. Eğer bu konudaki kanaati ve azmi güçlüyse tedaviye devam etmeyi başarabilecektir.
Hastanın yapacağı en iyi şey rukyeyle ilgili kitaplar, zikirleri öğreten kitaplar, dini kasetler ve Kuran kasetleri satın almak olacaktır. Nitekim bu tür bir hasta zamanla kendisini, kendi kendini tedavi etmek zorunda bulacaktır. Çünkü şikayetleri artacak ve ruhsal olarak içinde bulunduğu duruma dayanamaz hale gelecektir. Çok sadaka vermek, çok nafile namaz kılmak ve oruç tutmak, çok zikretmek, çok okumak ve salih insanlarla birlikte olmak tedaviye yardımcı olan ve süreci hızlandıran unsurlardır.
Bu şekilde güçlü bir biçimde Allah’a yönelmek Allah’ın izniyle yeterli olacak, süreç uzun olsa bile hasta sonunda hedefine ulaşacaktır.
Kuran Ayetlerinin Kağıda ya da Kumaşa Yazılması
Kuran ayetlerinin yanmaya uygun bir şey üzerine yazılarak yakılması Allah’ın kelamını aşağılamak olacağı için şeytan bu gibi davranışlardan çok hoşnut olur. Yakma işlemi sonucunda şeytan sadece kağıt üzerindeki misk gibi maddeler sebebiyle bir miktar etkilenecektir o kadar. Tedavi içinse bu gibi uygulamaların önemli bir etkisi yoktur. Tedavi olmak isteyen kişi eksiksiz bir tedavi programı oluşturmalı ve şifa bulana kadar buna devam etmelidir.
Bitkilerin Kullanımıyla İlgili Bir Not
Bitkiler ve yağlar konusunda asıl olan, bunların yardımcı unsurlar olmalarıdır. Bunların görevi cini zayıflatarak hastanın güç kazanmasını, şeytanlarla mücadele edebilmesini ve kendi kendisini tedavi edebilecek duruma gelmesini sağlamaktır. Bunların kullanımında aşırıya gitmek ve bunların cini ortadan kaldıracağını zannederek rukyeyi ve zikirleri bırakmak ya da azaltmak son derece yanlıştır. Asıl tedavi edici unsurun rukye olduğunu asla hatırdan çıkarmamak gerekir.
Hatta hastanın her duyduğu ilacı bulmak için uğraşması da gerekmez. Bu konuda faydalı olan bitkiler vardır ve herkes bunlardan ulaşabildiğini kullansa kendisi için yeterli olur. Nitekim eskiler safran, çörek otu vs. dışında şeyler de kullanmışlardır. Kimisi sidr, hıltît ya da sarısabır kullanıyorlardı, kimi iki kardeş kanı ya da meyankökü.
Ailede birden fazla kimsenin hasta olması tedaviyi zorlaştırır mı?
Şu bir gerçek ki, şeytanlar şu ya da bu sebeple birbirlerinden yardım alırlar. Ama en akıllı davranış böyle bir durumda evde yalnızca bir kişinin tedavisine etkin biçimde başlamaktır. Geriye kalanlar bu tedaviden etkileneceklerdir. Hatta tedavi olmak istemeseler bile… Bunun için en uygun kişi ise evin erkeğidir. Çünkü kadınlar genellikle eşleri tarafından engelle karşılaşırlar ve ara sıra tehdide bile maruz kalabilirler. Özellikle de tedavi sürecinde durumları ciddileştiği ve şeytan helake yaklaştığı zamanlarda.
Erkeklerin hepsinde sorun var demek değildir bu. Ancak onlardan özellikle hasta olanlar ve tedaviden kaçanlarının belli zamanlarda, ramazan ayı gibi dini önemi olan dönemlerde, hac ve ilmi toplantı zamanlarında kendilerini meşgul ettikleri görülür. Bu meşguliyet bu dönemin bitmesiyle birlikte sona erer! Kimisi bütün sene kendi haline terk ettiği evini ramazanda onarmaya kalkışır, kimi bütün sene borçlu kalıp hac mevsimi geldiğinde ben borçluyum bahanesini ileri sürer vs. Bu şekilde taatlerden kendilerini alıkoyarlar.
Şahsi deneyimlerim çerçevesinde, kadınların erkeklerden daha güçlü ve daha sebatkar olduklarını gördüm. Cinlerin azgınlarından olanları yenilgiye uğratan nice kadınlara tanık oldum.
Her halükarda, eğer evde birden fazla hasta varsa, en doğrusu hepsinin birden tedavisine başlamamaktır. Önce ev reisinden başlanır, o esnada eşi ona yardımcı rol oynar. Ama o da tedaviden –özellikle de sona yaklaşıldığında- etkilenecek, sorunları artacaktır. Evin reisi olan erkeğin sabır göstermesi ve çocuklarına da günlük zikirleri ve sığınmaları öğretmesi gerekir.
Hastalık bir imtihandır. İmtihan için hükümler ve kurtuluşun yakın olduğuna dair göstergeler vardır. Bunlar, musibetin şiddetlenmesi, başka olayların bunun üstüne gelmesi, yakınlar tarafından terk edilmek, insanlardan ve cinlerden şeytanların kişinin üzerine saldırmaları gibi şeylerdir. Böylece kişi tamamen Allah’a yönelir ve başka şeyleri terk eder. Ardından da doğan bir fecr gibi, ezici bir zafer gibi kurtuluş gelir.
Allah’tan hepimiz için af ve afiyet ister, faydalı olan şeyi bize öğretmesini ve her imtihan içinde olan kişiyi kendisinin salahına olan şeye yöneltmesini dileriz. O buna vekil ve buna kadirdir.
***
Bazı Sorular ve Cevapları
Soru: Cin vücuda her istediği zaman girip çıkabilir mi?
Cinin vücuda girmesi ve çıkması, bazılarının zannettikleri gibi kolay bir iş değildir. Bir cin vücuda istediği zaman girip istediği zaman çıkamaz.
Bir cin vücuda ya kişi herhangi bir sebeple bayıldığında ya o kişi uykuda iken kabus esnasında girer (Bu durum kişi abdestsiz ve sığınma dualarını okumaksızın yatmışsa olur).
Aynı şekilde cinin çıkması da hasta uyanık ve aklı başındayken olmaz. Rukye ile uğraşanlar bunu bilirler. Cin, hasta ya uykudayken çıkar ya da onu bayıltıp öyle çıkar. Kişinin kendinde olduğu halde cinin vücuttan çıktığı tek durum vardır, o da ölüm anıdır. İbnu’l-Kayyım şeytanın kişinin ruhunu almaya gelen ölüm meleğini görür görmez vücudu terk ettiğini belirtir. (Vücuda giren şeytanın da insan ruhuna karışan bir ruh olduğunu hatırlayalım)
İnsanın vücudunda hissettiği gariplikler vücuttaki cinden kaynaklanır ama bunlar onun girip çıktığını göstermez.
Eğer vücuda girip çıkmak bu kadar kolay olsaydı, yeryüzünde kendisine cin musallat olmamış insan kalmazdı. Şeytanların böyle bir fırsatı kullanmaktan geri kalacakları düşünülemez. Ama Allah insanları böyle bir durumdan korumuştur.
Soru: Günlük olarak yapılan dualar, zikirler ve rukyeler büyünün yenilenmesine karşı kişinin korunmasını sağlar mı?
Evet, her tür zikir, Kuran ve kullanılan maddi ilaçlar, hem mevcut hastalığın tedavisi için hem de büyünün yenilenmesine karşı faydalıdır.
Kuran okuma, özellikle de Bakara suresi kişi için önemli bir kaledir. Bunun için iki ayrı rukye uygulaması olması gerekir desek bile, bunların birer hafta dönüşümlü okunması yeterlidir.
Gün boyu devam ettirilen zikir bir korunmadır, abdest üzere olmak bir korunmadır, sünnetten okuduğumuz günlük dualar birer korunmadır, gece yatmadan önce yapılan korunma duaları ve zikirler en önemli korunmalardır. Zira büyünün yenilenmesi çoğunlukla uyku esnasında olur. Yine yatmadan önce Mülk ve Secde surelerini okumak korunmadır.
Kullanabileceğimiz çeşitli ilaçlar birer korunmadırlar. Örneğin Acve hurması kullanmak cinin vücuttaki faaliyetlerini büyük oranda iptal eder. Vücutta büyü olmasa bile bunu yemeğe devam etmek gerekir.
Meyankökü içmek korunmadır ve hatta büyüyü ortadan kaldırır. Çok uzun zaman alsa bile buna devam etmek gerekir. Vücudu yağlamak vücuttaki cini mahveder. Bundan dolayı bu hem hücum hem de savunma hattı sayılır.
Önemli bir nokta
Şeytanlar büyü maddesini karında olduğu gibi tutmazlar. Aksine, onu meyankökü ve acve gibi yok edici ilaçlardan koruyacak bir kılıf oluştururlar. Bu ilaçlar karına girince bu kılıf etkilenmeye ve tahrip olmaya başlar. Sonunda ilaç büyü maddesine ulaşır ve eğer hasta ilacı kullanmaya devam ederse, şeytanlar hastaya yaptıkları eziyetleri keserler. O da büyük bir rahatlama hisseder. Bazen kusma ya da dışkı yoluyla karından garip şeyler de çıkar. Bunun üzerine hasta ilacın büyüye ulaştığını ve onu yok ettiğini düşünerek ilaca devam etmez ya da kullanımında gevşeklik gösterir. Bunu fırsat bilen şeytan vücuda tekrar büyüyü koruyacak maddeler sokarak tekrar hastaya eziyet etmeye başlar. O zaman ne yazık ki, tedavi başladığı noktaya döner.
Bu nedenle, unutmayalım ki, rahatlama olayı büyünün bozulduğunu göstermez. Doğru olan bunun tam tersidir. Büyünün bozulmak üzere olduğunun ve cinin artık yenik düştüğünün asıl göstergesi, vücuttaki yorgunluk ve ağırlık hissinin ve diğer şikayetlerin artmasıdır.
Rahatlama hissedince tedaviyi bırakmamak önemlidir. Şeytan hastayı çok iyi tanır. Onun azminin düzeyini, psikolojik durumunu bilir. O yüzden onu ancak tedaviyi sonuna kadar götürecek güçlü bir kararlılık alt eder.
Soru: Yasin suresinin günde üç kez belirtildiği gibi okunması yalnızca tedavinin sonuna yaklaşınca mı gereklidir. Yoksa başlangıçta da okunabilir mi?
Kuran okuma programının şu şekilde olması gerekir:
a) Fatiha, Bakara, nas ve felak sureleri (son ikisi yedişer kez tekrarlanarak) iki hafta ya da duruma göre bir ay süresince okunur.
b) Sonra Kehf, Ta Ha, Ya Sin, Duhan, Vakıa, Hadid, Haşr, Mülk, Fatiha, nas ve felak sureleri iki hafta boyunca ya da bir ay boyunca okunur.
Bu iki şıktaki sureler bu şekilde dönüşümlü olarak okunurlar. Biri diğerinden daha etkilidir denilemez, ancak birbirlerine karıştırılmazlar ve her biri müstakil olarak okunur. Bunlar aynı zamanda yağ üzerine, su üzerine ve kullanılacak olan diğer ilaçlar üzerine de okunurlar.
Hastanın rahatsızlıklarının şiddetlendiği nihai döneme ulaşınca Ya Sin suresine geçilir ve bu sure belirtilen tekrarlar yapılarak, günde üç kez ve en iyisi yedi kez okunur. Önemli olan bu sureyi belirtilen usule göre okumaktır.
Soru: Rahatsızlığın büyüden mi, nazardan mı kaynaklandığını anlayabilir miyiz?
Bu her zaman mümkün olmayabilir. Zira bazı nazar durumları felce ya da ölüme bile sebep olabilecek kadar etkilidir. Sihir de bazen hafif bazen daha güçlü olur.
Soru: Bazı kişiler kendilerinde olağan dışı bir durum olduğundan emin oldukları halde rukyeden etkilenmemekteler. Bunu nasıl açıklayabiliriz?
Bu durum şu sebeplerden birine dayanır:
1- Vücutta görev alan cin güçlü cinlerdendir. Benim şahsi tecrübelerimden edindiğim sonuç bu tür cinlerin daha ziyade kadınlara musallat olduğudur. Yani kadınlara gönderilen cinler güçlü cinlerden seçilmektedir. Nitekim çoğu kez kadınların rukyeden çok az etkilendikleri görülür. Bu nedenle de sorunun psikolojik olduğu zannedilir.
2- Tedavinin zayıf oluşu ve gerekli temellere sahip olmayışı. Yani, bilinen ve bizim de yazıda sıraladığımız özellikleri taşımayışı, aynı anda duaları, zikirleri, okumayı, tevekkülü, tevhidi ve maddi ilaçların kullanımını içermeyişi.
3- Tedavi üzerine yoğunlaşmamak. Bazen hasta senelerce tedaviyle uğraşır ama tek bir tedavi üzerine yoğunlaşmadan yapar bunu. Başladığı tedaviyi devam ettirmez, bir rukyeciyi bırakıp diğerine gider vs. Bazen hastalar rukye yapan birini duydukları için kilometrelerce yol kat ederler. Yirmi dört saatten fazla kalamayacakları uzaklıklara giderek, bir celsede cinin vücutlarından çıkarılacağını beklerler. Bu gibi şeyler şeytanların insanlarla oynamasından başka bir şey değildir.
Bir ya da iki celsede cini vücuttan çıkaracağını iddia eden bir rukyeciye inanan hata eder. Eğer böyle olsaydı, tüm hastaların çileleri kısa zamanda son bulurdu. Bu gibi hayallerden sıyrılıp Allaha tevekkülle birlikte çaba harcamaya girişmek gerekir.
Soru: Kendisine nazar değmiş bir insan, bunun sonrasında nazara açık bir hale gelir mi?
Evet, kendisine nazar değmiş birinin bedeni zayıftır ve buna açıktır. Özellikle de olayın farkında değilse ve sığınma dualarını okumuyorsa.
Soru: Bir kimsenin sihirle ilgili ayetlerden etkilenmesi onun üzerinde büyü olduğunu mu gösterir?
Hayır, bu ille de büyünün göstergesi değildir. Çünkü şeytan hilebazdır. O her telden çalar ve karşıdakini aldatır. Ayrıca, Allah kelamının tümü onlar üzerinde etkilidir. Bu yüzden en iyisi, benim durumun büyü mü, nazar mı diye düşünmek yerine şu gerçek üzerinde düşünmeliyiz: Bu bedende iki ruh bulunmaktadır: Hastanın ruhu ve şeytanın ruhu. Bunlardan şeytana ait olan ikinci ruhun gitmesi ve bedende tek bir ruhun kalması gerekir. Bu da ancak Allah’ın yardımıyla ve ona tevekkülle gerçekleşir. Bu yüzden her zaman, her tadavide ve her ilaç içtiğinizde Allah’tan yardım ve şifa istemeyi unutmayın. Şu üç şeyi her zaman bir arada bulundurun: İnanç, tevekkül ve sebepleri yerine getirme. Bunlardan birisi eksik olduğunda tedavi eksik kalır. Her zaman şunu tekrarlayın: La havle ve la kuvvete illa billah aleyhi tevekkeltu ve huve rabbu’l-arşi’l-azîm.
Soru: Rukye esnasında hasta uyursa ne yapılmalı.
En iyisi hastayı yan yatırarak arka tarafına oturmak ve her beş ayette bir omurgası üzerine boylu boyunca üflemektir.
Soru: Cin ses dalgalarından ve röntgen ışınlarından etkilenir mi?
Evet, cin bunlardan etkilenir. Nitekim ultrasona giren hastaların organlarında kasılmalar gözlenmiştir. Ancak bu gibi şeylere itibar etmemek gerekir. Asıl tedavi araçları Kuran okuma ve bitkisel tedavidir. Bunun dışındaki şeylerle meşgul olmak vakit kaybına neden olur. Ayrıca bu gibi elektrik, elektromanyetik ve ışın yayan cihazlar insan vücuduna zarar verip onu zayıflatarak cine fırsat da oluşturabilir. Zaten bu tür cihazlar, zararlarından dolayı zorunlu durumlarda kullanılan cihazlardır.
Soru: Rukye için Kuran’ı okumak mı daha etkilidir, dinlemek mi?
Hiç kuşku yok ki, üzerinde düşünerek Kuran’ı okumak dinlemekten daha etkilidir. Ama dinlemek de etkili olduğu için çok yüksek sesle olmaksızın dinlene de bilir. Özellikle de okuyan ses etkiliyse.
Soru: Bakara suresini gece namazı esnasında okusak olur mu?
Olur, ama neden namazımızı şeytanları helak etmek niyetiyle kılalım? En iyisi namazımızı yalnızca Allah taat ve yakınlık için kılmaktır. Bunun için her gece bir cüz okuyabiliriz.
Soru: İnsanlar içerisinden çok sayıda kişinin bu tür hastalıklara mübtela olduklarını söyleyebilir miyiz?
Evet, çoğu insan hayatı boyunca bu hastalıkları çekmektedir. Bunun en büyük delillerinden biri de İbnu’l-Kayyım’ın şu sözüdür: “İnsanların saygın olanlarına baktığınızda, onların çoğunun ruhsal olarak hasta olduklarını görürsünüz. Ama kimisi bunun farkındadır, kimi de ölüm anı gelene kadar bunu fark etmez.”
Soru: Musallat olan cinin çıkmak isteyip de çıkamadığı durumlar var mıdır?
Cinin vücuttan çıkmak istemesi şüphe götürür bir şeydir. Çünkü onlar kendiliklerinden ve kendi iradeleriyle vücuttan çıkmazlar. Bu yüzden çoğu kez rukye yapacak birine ihtiyaç duyulur. Sona gelmiş bir vakada cinin vücuttan çıkarılması işlemi ise üç saatten daha fazla zaman alabilir.
Soru: Tedavide hacamat etkili midir?
Evet hacamat ve bitkisel tedavi rukye ile birlikte etkilidir. Ben başın ortasına ve iki omuz arasına (kâhil) yapılan hacamatı öneriyorum. Bu işlem on günde ve hatta daha az sürede bir tekrarlanabilirse daha iyi olur.
Soru: İnsana musallat olmuş bir cinin kendi cemaatiyle ilişkisi, örneğin evlenmesi, çocuk sahibi olması vs. engele uğrar mı?
Gayb alemindeki bazı şeyler, özellikle de cinlerin hayatlarından konuşuyorsak, bizim için bilinmezliğini korumaktadır. Biz cinlerin yapıları hakkında bilgiye sahip değiliz. Örneğin, organları nasıldır, ayakları var mıdır, başları var mıdır, cinsel organları var mıdır, gibi. Ben cinler tarafından insanlara yöneltilen cinsel saldırıların gerçek olduğu konusunda mutmain değilim. Bu konuda bizimle onların bu konudaki yollarının aynı olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Onların bu konudaki yapıları ve yöntemleri farklı olabilir. Benim bu konudaki şahsi kanaatim onlar tarafından olan cinsel istismarların hayal türünden şeyler olduğudur. Onlar bu durumu hastaya sadece öyleymiş gibi hissettirmekteler. Bunu yapmalarının sebebi hastanın psikolojisini yıkmak ve onu her açıdan hasta hale getirmektir. Eğer bu konuda insanla cin arasında bir faydalanma söz konusu olsaydı Kuran bunu mutlaka zikrederdi.
Soru: Ortada büyü gibi bir durum yokken cin bir bedene girdiğinde ne tür bir haz duyar da bunu yapar? Hiçbir zorlama olmadığı takdirde o şahsi bir arzuyla mı bedene girmiştir?
Ben burada onların duydukları haz ya da lezzetin bizim kullandığımız anlamda olduğunu düşünmüyorum. Biz buna intikam ya da haset hazzı diyebiliriz.
Öyleyse, insanla cin arasında karşılıklı ilişkiden meydana gelen bir hazdan değil, haset ve nefretten doğan bir hazdan bahsedebiliriz. Mesele bundan ibarettir.
Bütün yazilarimizi Apple Ve Goole Storelerden indirdigimiz appnizle takip edebilirsiniz.